Anadil Eğitimi
Anadil eğitimi doğduğumuz andan itibaren işiterek, belleğimizde şekillendirerek başlar. Okula başladığımızda gelişen sözcük dağarcığımız, gelişen algımız mahalli dilimizle yoğrularak farkındalığımızı daha da artırıyor.
Makbule Özgöçmen
Kültür Koleji Ortaokulu
Anadil eğitimi ailede başlar. Okula ilk adım attığın günden şekil almaya, zenginliğini artırmaya devam eder.
Birçok kültürün bir arada yaşadığı, din ve mezheplerin hiç kimseyi ayrıştırmadan, ötekileştirmediği bir şehirde doğup büyümek…
Yemekleri bin bir çeşit baharatla süslenmiş, herkesin kendi dilinde selamlaştığı, ezan sesleri ile çan seslerinin karıştığı bir yer. Esmer tenli çiftçilerin soğuk ayranlarını pamuk tarlalarında yudumlarken ekinlerin toz bulutu arasında çocukların koşuştuğu, eteklerinde pamuk kümeleriyle türkü söyleyen vakur ve mutlu kadınlar… Güneyin uç noktasında Akdeniz’le kucaklaşan bir şehir Hatay…
Çocukluğunuzda sokakta oyunlar oynadığınız arkadaş, evde annenizle, okulda öğretmeninizle anlaşabildiğiniz ama kullandığınız kimi sözcüklerin yıllar sonra Türkçe olmadığını, yerel bir ifadeden ibaret olduğunu öğrenip kendinize güldüğünüz üniversite yılları…
Oysa ne kadar masum ve temiz bir Türkçe idi bizimkisi. İçinde “sen” yerine “siz”in olduğu, annemizin bir başkasıyla konuşurken ağzımızdan çıkan her sözü dikkatlice dinleyip, kaba sözlerin yer almadığı bir Türkçe. Neydi bu işin sırrı?
Hatırımdan hiç silinmeyen, o çok eskiden pamuk tarlaları arasında ilerleyen bir arabada dinlediğim “Altın Şarkılar” ın nezaketli, tertemiz bir sesin kulağıma fısıldadığı güzel sözcüklerin etkisiydi belki de.
“Bir bahar akşamı rastladım size.” , “Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç… Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.”
‘İnternet Dili’ Dilimizi Unutturdu…
Kaçımız başucunda sesli masallar anlatan bir cihazla büyüdük? Çok sonra pilli radyolarımız; kadife sesli bir kadın veya etkileyici sesiyle bir adamın anlattığı öykülerle, duygu dolu şiirlerle karşıladı bizi. Ve çok sonra “walkman” dediğimiz son moda kasetçalarlarımız oldu.
Teknolojinin ilerlemesi ile hayatımıza cep telefonları ve bilgisayar girdi. Televizyon izlemenin zararlarını konuşurken şimdiyse oklarımızı internete, sanal oyunlara çevirdik. Hatta ilk zamanlar kişinin kendini sanal alemde daha rahat ifade edebildiğini, yazarak, konuşarak, paylaşarak kendini bulabildiğini bile iddia edenlerimiz oldu.
Kısaltmaları kullanarak, ünlü harflerimizi yutarak, yazım kurallarını hiçe sayarak yazdık, yazıştık, kendimizce ve sonrasında tüm toplumu saran bir “internet dili” ortaya koyduk. Farkında olmadan insanlarla, komşularımızla hatta ailemizle selamlaşmayı sıcak sohbetleri unuttuk. Kapattık kendimizi dünyaya, Türkçeyi unuttuk, yabancılaştık kendimize, dilimize…
Geldiğimiz noktada okullarımızda Anadilimizi, güzel Türkçemizi geliştirmek, Türkçe sözcükleri doğru kullanmak adına birçok çalışma yapıyoruz. Zengin dil varlığımızın nadide sözleri, deyimleri, deyişleri süslüyor koridorlarımızı, sınıflarımızı. Her fırsatta yineliyoruz nitelikli okumanın önemini. Yazılı ve sözlü anlatıma oldukça yer veriyor, tıpkı annelerimiz gibi çocukların ağzından çıkan her söze kulak kabartıyor, yerinde düzeltmelerde bulunuyoruz.
Elbette bu konuda ailelere de büyük iş düşüyor. Çocuğumuzu dinleyerek, kendini ifade ederken kullandığı sözcüklerin ne anlama geldiğini ya da anlamını bilerek mi bilmeyerek mi kullandığını ölçüp tartmalıyız. Dili nitelikli kullanarak örnek olmalı, onları iyi konuşmaya yüreklendirmeliyiz.
Belki de tıpkı babam gibi güzel Türkçemizin kullanıldığı şarkılarla, türkülerle onlara farkındalık kazandırıp, bir şeyler karalayıp notlar yazarak mektuplaştığı bir aile bireyi olmak gerek.
Anadilin Eğitimi Ailede Başlar!
Televizyonda fütursuzca konuşan göz önünde olan örnek(!) insanların, zihnini tırmalayan kaba sözlerle eğlenceli kılmaya çalışmayan bir kitaba, bir şiire, bir dinletiye en önemlisi dil bilincine ihtiyacımız var.
Unuttuğumuz, kullanmaktan bıkıp bir kenara attığımız o güzel sözcükleri yeniden canlandıralım. Onları canlandırmaktan, kullanmaktan; anlatarak, öğreterek, hissettirerek yaşatmaktan güzel ne olabilir ki? Farkındalık yaratmak “farklılıkla” başlar.
Sınırsız bir güce sahip Türkçemizin açamayacağı kapı mı var? Sınırsız hayallerimizi canlandırdığımız, ağaçları, kuşları, denizleri konuşturduğumuz; gökyüzüne renk veren, rüzgarın sesini kulağımıza fısıldayan, memleketimizin havasını burnumuza getiren güzel Türkçemiz.
Şimdi onlar canlandıkça pamuk tarlalarının arasında, uzun taşlı bir yolda ilerleyen o araba, cama vuran yağmur damlaları, kadife sesli sanatçının eşsiz bir musikiyle söylediği Altın Şarkılar’ın Altın Sözcükleri canlanacak yaşlı gözlerimde…