Başarılı Sağlık Editörü Esra Tüzün
Esra Tüzün… Kimi insan için günlük gazetesinin sağlık köşe yazarı, kimi insan için 20 yıllık dost, kimi insan içinse çalışma arkadaşı… Peki ‘benim için ne?’ diye sorduğumda. Verdiğim cevap biraz farklı olacak…
Haber- Röportaj: Nilay Akgün
Esra Tüzün ile ilgili bir kişilik resmi çizmek gerekirse; malzemelerimiz kıvrak zeka, kontrollü hırs, farklı bakış açısı olmalıdır. Zaten Türkiye’nin ‘Sağlık Editörü’ olarak SABAH Gazetesi künyesine adını yazdırarak Babıali’de bir ilke imza atmış olması haklılığımın bir göstergesidir diye düşünüyorum…
Şimdi gelelim Esra Tüzün ile yaptığım sıcak sohbetin detaylarına…
‘Mesleğim için çok fedakarlık yaptım’
*Standart ilk soruyu yöneltiyorum. ‘ Önce kadın mı yoksa gazetece misiniz?’
Esra Tüzün: Kadınlık ve gazetecilik hayatımda aynı oranda rol alıyor. Gazeteciliği yaparken kadınsı duygularımdan yararlanıyorum. Çünkü biz insan haberi yapıyoruz. İnsan haberi yaparken kendim gözyaşı dökmeden, gözyaşı dökecek bir haber yapamam. Kendim etkilenmediğim bir haberden etkileyici bir haber yapamam, şaşırmadan şaşırtıcı bir haber yapamam. Kendimi biraz okur yerine koyuyorum, sağlık haberi yaparken hasta yerine koyuyorum. Aslında hep empati kurarak haber yapıyorum. Dünyanın neresinde sağlıkla ilgili bir haber varsa uçak korkum olmasına rağmen oraya mutlaka gidiyorum. Özel hayatım için oraya gitmem, sadece işim için giderim. Herkes tatil için uzak planlar yaparken ben tatili yazlığımda-evimde geçirmek isterim. Evde oturmayı özledim. Fırsat verseydim kadınsı tarafım ağır basabilirdi ama ben mesleğim için çok fedakârlık yaptım.
*Evlilik ve gazetecilik birlikte gidebiliyor mu?
Esra Tüzün: Her zaman beraber gitmiyor. İkinci evliliğimi yaptım. Yalnız yaşadığım on yıl boyunca gazeteciliğim bundan iyi etkilendi. Çok fazla sorumluluğum yoktu, evimle işimin yakın olması başka bir avantajım oldu. Trafikte geçireceğim süreyi kendim için kullandım. Şimdi tekrar evlendim, eşim ahçı ve 4 yıllık evliyiz.
‘Kendi yalnızlığımı severim’
* Esra Tüzün farklı bir insan mı?
Esra Tüzün: Benim farkım farklı projeler yapmayı seviyor olmamdan kaynaklanıyor olabilir. Çok fazla arkadaş grubu olan ya da çok fazla sosyal bir insan değilim. Kendi yalnızlığımı severim. Bu nedenle daha kapalı yaşarım. Arkadaşlarımın hepsinin ulaşabileceğim mesafede olmasını isterim. Hayatım Nişantaşı, Beşiktaş, Şişli civarında geçti. Evimin ve işyerimim kapısı her zaman herkese açıktır. Ama işim var dediğim de arkadaşlarım bilir ki işim vardır!
‘Diğer arkadaşlarımın hırsları yok!!
*Ülkemizde sağlık editörü olarak gazete yönetiminde, künyede ismi olan tek ve ilk olmak nasıl bir duygu?
Esra Tüzün: Bu tepeden inme bir başarı değil 20 aşkın bir süre sonunda bu kadar bir şeye sahip olmak aslında bir kadın açısından abartılacak bir durum değil. Basında erkekler bu kadar süreçten geçince genellikle yazı işleri müdürü ya da genel yayın yardımcısı konumuna geliyor. Yazı işleri müdürü olmak ister miyim? Hayır. Sağlık editörlüğünün başlı başına Türk basının da artık ayrı bir yerde durmasını, bu tip uzmanlıkların daha ön planda olmasını istiyorum. Diğer gazetelerde çalışan arkadaşlarımın kadroları var ama orada tek sorun; hırsları yok. Bu konuda biraz talepkar olmaları gerekiyor. Ben işimle ilgili konuda talepkarım. Çalışma düzenim olsun, yaptığım işin karşılığı bana verilsin isterim. Çünkü ben de o karşılığı kat ve kat veririm. Hırsımı kontrol ederim. Bir doktorla röportaja gittiğimde ondan çok fazla bilgi isterim. Çünkü ben kendimi o noktada hasta gibi düşünürüm. Tüm hastalar adına onların ihtiyaçlarını doktora sorarım ve cevaplarımı o doğrultuda alırım.
‘Uluslar arası Gerontoloji Ödülü kazandık’
*Farklı bakış açısıyla işlediğiniz haberleri sergilemeye nasıl karar verdiniz?
Esra Tüzün: İlk sergim “Yüz Yaşını Devirmenin Sırları” konulu fotoğraf sergisiydi. Erdal Şafak bana Fransa’da çıkan küçük bir haber getirdi. Haber ‘100 Yaşına Kadar Gelmenin Yolu Genetik Mi, Yoksa Yaşamsal Formüllerde Mi Gizli?’başlığı ile yayınlanmıştı. Doktorlar bu konuda ikiye bölünmüş. Bununla ilgili araştırma yaparken Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Tufan ile görüştüm. Türkiye’de 100 yaşına gelen yaklaşık 33 bin kişi olduğunu ve Japonya bu sayının 40 bin’e ulaştığını, nüfusa oranladığında neredeyse birebir geldiğini öğrendim. İsmail bey çok özel bir araştırması olduğunu bunu benimle paylaşabileceğini söyledi. Hemen atladım, Antalya’ya gittim. Bana öyle kişilerden bahsetti ki; 100 yaşında olan ama tek başına yaşayan hala tuttuğunu koparan insanların Türkiye’nin her tarafında olduğunu söyledi. Fotoğraf editörü Kutup Dalgakıran’la tüm Türkiye’yi dolaştık. Bazen dağlara tırmandık, bir tek kişi ile röportaj yapmak için. Müthiş şeyler gördük. Bunlar bize dinamizm verdi. Gazetede yazı dizisi yaptık. Ama yetmedi. Fotoğraf sergisi açtık sergi tüm Türkiye’yi dolaştı. Kitabını hazırladık. Sonra ‘Uluslararası Gerontoloji Ödülü’ kazandık. Bu bana çok destek verdi. Bir yıl bu süreç devam etti. Sonra noktalamamız gerektiğini düşündüm ve Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü’ne hediye ettik. Şimdi Nebil Özgentürk ile birlikte belgeselini çekiyoruz. Ocak ayında gösterime başlayacak.
‘İkinci sergim ‘32’
*İkinci serginiz ‘32’ nasıl oldu?
Esra Tüzün: Dünya Sağlık Örgütü hastalıklarla mücadele çalışmalarını izlemek için beni Afrika’ya davet etti. En tehlikeli hastalıklardan biri olan, ilaca karşı dirençli tüberküloz hastalığı nefes yoluyla bulaşıyor, hiçbir korunma yöntemi yok ve dünyaya yayılmış durumda. 54 ülkede var ve bunlardan biri de Türkiye. İnsanlar ortaçağdaki gibi tüberkülozdan hayatlarını kaybediyor. Afrika da hastalığın en çok göründüğü yerlerden biri. Burada verilen bir savaş var. Gitmeden önce korktum tabii ama gazetecilik yönüm ağır bastı. Türkiye’den sadece ben gittim fotoğrafları da ben çektim. Avrupa ülkelerinden seçilmiş gazeteciler vardı. Onlar maskeli ve bir metreden fazla yaklaşmadılar. Ben dokunmadan, bakmadan, duramadım bir de çocuklar da çok tatlı. Çocukların bir kısmı çok hasta bir kısmı sağlıklı ama anne babası hasta olduğu için onlarla yaşama öğretiliyor. Ben onları kucağıma aldım. Dokunulmaya hasretler. Portekiz basınında kapak oldum. Avrupalıların Afrika’ya bakışının bizimkinden çok farklı olduğu fark ettim. Biz de genetik olarak ırk, renk ayrımı yok, ayrımcılık yok. Onların köklerinde bu var. Bu nedenle bizim diyaloglarımız onların diyalogları arasında çok farklı. Hastane odalarında dans ettiklerini gördüm. Öleceklerini çoğu biliyor. HIV- AIDS ilaca karşı dirençli tüberkülozle birleşmiş iki korkunç hastalık bunları esir almış ama gene de kendileri için bir uğraş verildiğinin farkınlar . Tecritli bölümler var çok az insan girebiliyor. Orada dans ediyorlar. Doktor, hasta, gönüllüler herkes… Çok hoşuma gitti. Öleceğini bile bile mutlu olmak mümkün. Onların müthiş bir hayat felsefesi var. Gamsız değiller sadece hayatın farkındalar çektikleri acılara rağmen mutlu olabilmeyi öğrenmişler. Onların mesajını biz de taşıyabiliriz diye düşündüm. Kimsenin yaşlanamadığı bir ülkenin sergisini açmaya böyle karar verdim. Çünkü bu hastalıkla boğuşurken gülmeyi bilmek, dans edebilmek hayat dinamizmini yakalayabilmek, yaşamayı öğrenmek dans edebilmek gülebilmek büyük bir yetenek onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Çünkü bazen öleceğimizi unutuyoruz, hastalandığımızda herkesi çağırıyoruz, birlikte üzülüyoruz. Halbuki mutluluk, direnç, gülmek hastalığın iyileşme sürecinde en önemli ilaçtır.
‘32’ sergisi şu anda Türkiye’yi dolaşıyor. Memorial Hastaneleri’nden sonra tüm Medicana Hastaneleri’nde sergilenecek. -Galeri Işık -Fevziye Mektepleri’nde çok ilgi çekti. Sergi süresi uzatıldı. Ben hastanelerin çok önemli sergi mekanları olduğunu düşünüyorum. Mesela 100 yaş sergimde kişi hastaneye geldiğinde ‘benden daha yaşlı kişi var’ diyordu. Bu onlar için bir motivasyon. 32 ile de kişi, ‘çok hastayım ölürüm’ diye düşünürken bu insanları görüp gülebileceğini, bunun da bir yetenek olduğunu fark ediyor. Bu çok önemli.